Fotoğrafta gördüğünüz şehir Çek Cumhuriyeti'nin en büyük ikinci şehri Brno. Biz şehre yanlış tarafından girmiş olacağız ki kendimizi bir korku filmi setinde bulduk.
Avrupaskerlik arkadaşım Gökay ile geceyarısı Viyana'ya varıyoruz. Gece konaklayıp ertesi gün hızlandırılmış şehir turu yaptıktan sonra akşam saatlerinde otobüsle Prag'a geçeceğiz. Bir gece önce Student Agency firmasının internet sitesinden bilet almaya çalışıyoruz, sistem izin vermiyor. Telefon açıyoruz, bileti otobüse binerken şoförden alacağımızı belirtiyorlar. Yapacak bir şeyimiz kalmıyor. Hostelimize dönüp uyuyoruz. Ertesi gün Viyana'yı olabilecek en hızlı şekilde gezdikten sonra otobüsün hareket edeceği yere gidiyoruz. Otobüsün geliş saatine yakın bayağı bir kuyruk oluşuyor. Nihayet otobüs geliyor fakat muvainden hiç yer kalmadığını öğreniyoruz. Yardım istiyoruz, bir saat sonra Çek Cumhuriyeti'nin bir başka kenti olan Brno'ya bir otobüsün hareket edeceğini söylüyorlar. Oradan da tren veya otobüs vasıtasıyla 2-3 saatlik bir yolculuğun ardından Prag'a varmak mümkünmüş. Böylece 'Brno' ismini hayatımızda ilk defa duymuş oluyoruz. Hemen telefonla bilgi alıyoruz, Brno'ya giden otobüste iki kişilik yer olup olmadığını soruyoruz. O sırada uzun boylu, uzun saçlı, at kuyruklu bir arkadaş 'üç' kişi olduğumuzu belirterek araya giriyor. Otobüste çok sayıda boş koltuk olduğunu öğreniyoruz ve beklemeye başlıyoruz. Bu bekleyiş esnasında da maceramızın eğlenceli yüzü olan arkadaşımızla muhabbete girişiyoruz.
Arkadaşımız Praglı bir barmen. Yirmili yaşlarının ortasında ve yanlış hatırlamıyorsam mimarlıkla alakalı bir bölümde okuyor. Viyana'ya geliş sebeplerinden en büyüğü de mimarisini incelemekmiş. Şehre hayran kalmış. Eğitimine burada devam etmeyi planladığından bahsetti fakat Almanca bilmediği için bu işe girişmeye pek cesaret edemediğini söyledi. Çocuğun İngilizcesi çok iyi değil, yavaş konuşuyor, kelimeleri hatırlamak için duraklıyor ama en nihayetinde anlatmak istediği şeyleri ifade ediyor. Çek birasını oldukça överek anlatıyor. Ayrıca Prag'te gidilecek en iyi eğlence kulüpleri hakkında tavsiyeler veriyor. Konunun pek ilgi alanımıza girmediğini ise kısa sürede anlıyor :)
Anlattığına göre, Viyana'ya bir arkadaşıyla birlikte gelmiş ama arkadaşı sarhoş oldukları bir gece bardan çıkıp gitmiş, gidiş o gidiş :) Bizimki içkisini sürekli tazeletiyormuş fakat sonunda hesap kendisine kalmış ve parası olmadığı için bardan atılmış :) Cebinde beş kuruş parası yokmuş ve bir hafta kilisede konaklamış. Her akşam rahiple diz çöküp dua etmişler ama işin ilginç yanını kendisi ifade ediyor: ''her akşam ellerimizi birleştirip yukarı bakarak (burada canlandırma da yapıyor) dua ediyorduk ama işin komiği tanrıya inanmıyorum!'' :) Kısacası filmlerde rastlanacak tiplerden birisiyle arkadaş oluyoruz :) Misafirperverliği karşısında rahibe cd çalarını hediye etmiş. Sonra bize bir teklif sunuyor: ''hiç param kalmadı otobüs biletlerimi siz alın, ben de size rehberlik ederek Prag'a varmanıza yardımcı olayım.'' Seve seve kabul ediyoruz çünkü Brno'da neyle karşılaşacağımıza dair en ufak bir fikrimiz yok ve ülkede Sovyetler Birliği'nin etkisini hala hissetmek mümkün. Dolayısıyla ekonomi, hayata yardımcı teknolojiler ve yabancılarla iletişim pek gelişmiş bir seviyede değil. Nihayet otobüsümüz geliyor ve yolculuğumuza başlıyoruz. Yeri gelmişken Student Agency firmasının otobüslerinin gördüğüm en konforlu araçlar olduğunu belirtmekte fayda var.
Varış noktamız...
Hemen yakında bulunan tren istasyonuna giriyoruz ve arkadaşımız bilet fiyatlarına bakıyor. Otobüse göre oldukça pahalı ama yolculuk süreleri arasında yalnızca bir ya da iki saat var. Otobüsü tercih ediyoruz ve başlıyoruz otobüs terminaline doğru yürümeye. Yürürken eşine korku filmlerinde rastlanacak bir köprü altından geçiyoruz. Tarif etmek gerekirse sağa ve sola doğru uzanmış bir çok kemeri bulunan bir köprü altı :) Dostum, burada herkes sarhoş! Terminale varıyoruz ve sürpriz! Bir bekçi dışında kimse yok terminalde. Dolayısıyla bilet gişeleri de kapanmış. Bir saat sonra Prag'a giden bir otobüsün geleceğini öğreniyoruz. Bileti yine otobüste şoförden alacağız ama bir başka sürpriz hakkında daha bilgilendiriliyoruz. Kredi kartı veya yabancı parayla bilet satışı yok! Haliyle bizim de yanımızda 'Çek Kronu' yok... Ne yapalım diye düşünürken polis devriyesi terminale geliyor. Bizden biraz ötede bulunan bir kişiden pasaport istiyorlar. Bu, Avrupa'da şahit olduğum ilk pasaport kontrolü. Sıra bize geldiğinde rehberimiz polislerle konuşuyor. Bizden pasaport istemiyorlar ve otellerde para değişimi yapma şansımızın olabileceğini belirterek yardımcı oluyorlar. Bölgede dikkatimizi çeken tek otele doğru, üç kafadar birlikte yürüyoruz. Şükür ki değişimi gerçekleştiriyoruz ve tekrar terminalin yolunu tutuyoruz... Bu arada arkadaşımızla sohbet ediyoruz. Bize ülkenin geçmiş ve mevcut durumlarından bahsediyor. Ruslara karşı büyük bir kızgınlığı var. Ülkesinin bağımsızlığını ilan ettiği devrime babasıyla birlikte katıldığını hayal meyal hatırlıyor ve bize gururla anlatıyor. Bu arada 'parasız' arkadaşımızın nasıl oluyorsa her seferinde bira almaya yetecek parası çıkıyor ve her fırsatta alıp içiyor. :) Bu durum beni tedirgin ediyor çünkü tek rehberimizin sarhoş olmasını istemiyorum. Dili hafiften dolanmaya başlıyor ama sarhoş olacak kadar etkilenmiyor bünyesi. Gecenin o saatinde bölgede açık olan tek yerler kumarhaneler ve kadınların dans ettiği kulüpler... Hatta kumarhane işi o kadar abartılmış ki dükkan büyüklüğünde gözleri bile kumarhane yapmışlar.
Sonunda terminale dönüyoruz ve otobüsü beklerken oturup biraz dinleniyoruz. Terminal açık hava terminali. Burada da Sovyetler Birliği'nden kalma bir hava var. Özellikle saatlerin eskiliği dikkatimi çekiyor. Sonunda otobüsümüz geliyor, biniyoruz ama otobüs o kadar iğrenç kokuyor ki hatırladıkça hala tiksiniyorum. Çareyi uykuya dalmakta buluyorum. Sabah saat 5 civarlarında Prag'a vardığımızda zar zor uyanıyorum.
İniyoruz. Arkadaşımız bir taksi buluyor, taksiciyle konuşuyor ve gideceğimiz yere kadar ne kadar ücret tutacağını söylüyor. Kabul ediyoruz ve artık vedalaşma vakti geliyor. ''Sen ne yapacaksın?'' diye soruyoruz. ''Bu saatte eve gidilmez (babasıyla arası çok iyi değil), uygun bir yerde çadırımı kurar (yanında ufak bir çanta içinde çadır taşıyor) uyurum, polis gelse de sorun değil ne de olsa kendi memleketimdeyim!'' diyor.
Artık fiziksel ve zihinsel açıdan o kadar yorgunuz ki fotoğraf çektirmek aklımıza gelmiyor. Ne bir iletişim adresi, ne de fotoğraf var. Hatta belki de isimlerimizi bile öğrenmedik.
Biz taksiye biniyoruz, o da arkasını dönüyor ve uzaklaşıyor. Arkadaşımıza dair son hatıram da bu.
Şimdi arada bir gezimizi hatırladığımda en çok hoşuma giden anının, daha önce adını bile duymadığımız Brno'da geçen bu ilginç gece olduğunu fark ediyorum...
1 yorum:
yazı çog iy anı da çok iy herşey çog iy
Yorum Gönder